Siborg, yani sibernetik organizma, yapay parçaları olan varlıklara verilen isimdir, yani doğal ile yapayın bir arada çalıştığı durumlardır.
Siborg vizyonu derken de çok çok kısaca siborglaşmayı ilke edinmekten bahsediyoruz diyebiliriz.
Siborg deyince hemen aklımıza yarı robot yarı insan veya hayvan karışımı varlıklar gelse de aslında vücuda takılan bir platinle bile siborg olduğumuzu söyleyebiliriz.
Günümüzün gelişen biyoteknolojisi ile birlikte insan doğasının sınırları aşılmaya, sınırsızlaşmanın daha doğru olduğuna inanılmaya başlandı. Bu hala büyük bir tartışma konusu tabi. (Francis Fukuyama’nın İnsan Ötesi Geleceğimiz adlı kitabında biyoteknolojinin birçok olumlu ve olumsuz taraflarını görebilirsiniz.) Toplum bir konuda fikir sahibi olmadan çok önce sanatta yeni oluşacak fikirleri görebilmek mümkün. Siborglaşma hakkında da birçok sanatçının çalışmalarını fazlaca görüyoruz artık. İşte şimdi siborg vizyonu üzerine çalışan veya dolaylı da olsa bu konuya temas eden 4 sanatçının bazı çalışmalarını çok kısa göstereceğim.
İlk olarak Tim Hawkinson ile başlayalım. Tim Hawkinson, 1960 doğumlu ABD’li bir heykel sanatçısı. Hawkinson kendi bedenini yaptığı heykeller üzerinden sorgulamaya çalışıyor, kendi sınırlarını heykelleri aracılığıyla ihlal ediyor. Kendi ifadesiyle ise, bedenini tekrar tekrar tasarlamaya çalışıyor.
Hawkinson’ın, tekil malzemeler kullanmak yerine yaptığı heykellerin bazılarına mekanik parçalar ekleyerek çeşitli etkileşimler kurmayı tercih ettiğini görebiliriz. Sevdiği bir diğer şey ise yaptığı heykelleri müzik ile bir araya getirmek. Heykel ile müziği bir araya getirdiği en ünlü çalışmalarından biri Pentecost. Bu çalışmada ağaç formu benzeri bir tüp yapmış ve her dala kendinin robotik bir kopyasını yerleştirmiş. Kopyalar farklı vücut parçalarıyla (el, diz, burun vs.) dallara vurdukça da ortaya bir melodi çıkmakta. 12 olma sebebi ise İsa’nın 12 havarisini sembolize etmesiymiş.
Bir diğer etkileyici çalışması Uberorgan. Devasa bir enstrüman olarak tasarladığı çalışması 15.000 metrekarelik bir alanı kaplamakta ve dev boyutlardaki balon ve tüplerden oluşmakta, adeta bir insan mekanizması gibi çalışmakta. Çalacak melodi için ise Hawkinson birkaç kilise müziğini bir araya getirerek ortaya bir kompozisyon çıkarmış.
Bunların dışında yaptığı daha küçük ölçekli heykellerde insan bedenini nasıl manipüle ettiğini görmek mümkün.
Buradan hemen bir başka sanatçıya geçelim, Moon Ribas. Moon Ribas, kendisi için yeni bir duyu organı arayışıyla, koluna, dünyanın her neresinde bir deprem olursa, depremin büyüklüğüne göre titreşimleri algılatacak bir cihaz taktırmış. Koluna gelen bu titreşimleri kendisi dans gösterisi yaparken referans olarak kullanıyor. Herhangi bir koreografi olmadan, yalnızca titreşimlerin şiddetine göre figürler sergiliyor, herhangi bir titreşim olmaz ise de duruyor. Bir video göstereyim;
https://www.youtube.com/watch?v=1Un4MFR-vNI
Bahsetmek istediğim üçüncü sanatçı The Chicago Tribune’un 2008’de Yılın Sanatçısı ünvanını verdiği Wafaa Bilal. Kendisinin birçok etkileyici çalışması var tabi ama ben konumuzla da ilgili olarak 2010-2011 yılları arasında yaptığı 3rdi çalışmasından bahsedeceğim. Wafaa Bilal, sürekli olarak gezip gördüğü yerleri kayıt altına almadığı için yaşadığı pişmanlık üzerine bu çalışmaya başlamış ve kafasının arkasına, cerrahi bir müdahale ile kamera taktırmış. Kamera dakikada bir kere bir fotoğraf çekiyor ve otomatik olarak internet sitesine aktarıyor. Fotoğrafların günlük hayatın içerisinden özensiz olarak çekilmiş olması özellikle istenmiş. Bana sorarsanız, bu haliyle hikayenin aktığı daha net hissediliyor.
Fotoğrafların bulunduğu site ; http://www.3rdi.me/
Wafaa Bilal’in sitesini de bırakayım, diğer çalışmalarına da bakmanızı tavsiye ederim;
Son olarak benim en en en çok etkilendiğim bir çalışmaya geldik : Electric Sheep. Şimdi benim için bu çalışmanın detaylarını anlatmak biraz zor ancak basitçe anlatmayı deneyeceğim. Öncelikle bu proje Scott Draves tarafından üretilmiş bir proje. Scott Draves bilgisayarlarımıza uyku modunda ekran koruyucu olarak çıkacak bir animasyon üretiyor. Bu ekran koruyucuyu bilgisayarınıza indirdiğinizde, beğendiğiniz animasyonları oylayabiliyorsunuz. Bundan sonra sistem kalıtım sistemiyle benzer olarak ilerliyor. En çok beğenilen ve koyun adı verilen animasyonlar birbirleriyle genetik çaprazlama yaparak üremeye devam ederken beğenilmeyenler eleniyor. Böylelikle bu dijital üretim sürecine insanlar da dahil olmuş oluyor. Aslında beğenisiyle sürece katıldığı için insan duygusu ile bilgisayardaki mekanik donanım birleştiriliyor da diyebiliriz.
Bir iki örnek göstereyim;
https://www.youtube.com/watch?time_continue=5&v=qVvoCAylypM
https://www.youtube.com/watch?time_continue=8&v=rEVaxgg2kEo
Bu projenin benim için etkileyici yanı, doğanın üretimlerinden değil, üretim sürecinden etkilenmiş olması. Bu sayede de son ürünler dijital bir üründen ziyade kendilerinin doğanın bir parçası olduğuna insanı ikna edebiliyorlar. Scott Draves’in koyunlarından görseller birçok albümde veya kitap kapaklarında kullanılmış. Ne kadar doğal bir ürün elde edildiğini gösteren etkileyici bir örnekle bu yazıyı bitirmek istiyorum, buyrun;