Black Mirror dizisinden daha önce Harry Potter Nesneleri yazımda bahsetmiştim, o zaman 1.sezon 3.bölümü hakkında konuşmuşuz. Bugün, artık hayata gerçek anlamda atılmaya başlarken aynı zamanda yüzleşmeye de başladığım düzenle birlikte aklıma gelen, Black Mirror’un 1.sezon 2.bölümünden bahsetmek istiyorum.
Şimdi hikaye şöyle; hani şu spor salonlarında olan bisikletler var ya, işte onlara binip pedal çeviren insanlar var. Her sabah aynı saatte başlayıp, her akşam aynı saatte bitiriyorlar işlerini. Sabah, akşam diyorum tabi de, alışkanlıktan aslında. Yoksa öyle bir kavram da yok. Ne kadar çok pedal çevirirlerse o kadar paraları oluyor. Olay bundan ibaret.
Bu para dediğimiz sanal kazançlarla karın doyurmanın dışında elde ettikleri her şey de sanal. Kendi sanal kimliklerine yeni saç modelleri, yeni kıyafetler vs. alabiliyorlar. İşin ilginç tarafı ise sistemin mecbur ettiği bir şeye katlanmak istemediği zaman da ödeme yapmak zorunda kalıyorlar. Bir nevi bedel ödüyorlar denilebilir. Mesaileri bittikten sonra kişisel hücrelerinde (ekranlardan oluşan hücrelerinde) dinlenebiliyorlar. Ancak yine ekranların izlemeye mecbur bıraktıklarını izleyerek, yat dediği saatte uyuyarak, yine kalk dediği saatte uyanarak.
Neyse lafı çok fazla dağıtıyorum gibi geliyor, aslında biraz sert bir dille de olsa bizim hayatımızdan farklı bir şey anlatmıyor bu bölüm. Her gün aynı saatte kalkıp pedal çeviren, ne için çalıştığını, ne için enerji ürettiğini bile bilmeyen bu karakterlerden ne farkımız var ki şu an? Her gün saatlerce iş için harcadığımız emeğin ve zamanın yanı sıra, sistemin sunduğu şartlar yüzünden iş yerimize yakın oturamadığımız için yolda harcadığımız zamanı ve enerjiyi ne için ya da kim için tükettiğimizin farkında mıyız? Hiç ihtiyacımız olmayan ürünlerin bizlere önce ihtiyacımız gibi dayatılıp sonra bu sözde ihtiyaçlarımızı temin etmek için her gün pedal çevirdiğimizin? Çok çeşitli kıyafetler giydiğimizi zannederken, aslında yine sistemin, iklim, coğrafya, kültür bir kenara bırakılarak, dayattığı tek tip kıyafetleri giydiğimizin farkında mıyız? Yine tuhaftır ki, sisteme ayak uydurmamak için , manevi bedeli saymıyorum bile , yüklü bir maddi bedel ödemek zorundayız.
Neyse, bir de pedal çevirmeyenler var. Bu gruplardan bir tanesi pedal çevirenlerden daha aşağı statüdeki insanlar. Dizide bu kişiler şişman olarak gösterilmiş. Çünkü pedal çevirmediği takdirde kilo alacak ve cezası şişmanlayıp temizlikçi olarak çalışmak olacak. Bu yüzden de pedal çevirmeye kolay kolay rest çekememekte kimse, çünkü geçim kaygısı…
Diğer bir grup ise sıyrılıp kendini gösterebilen böylece kendini pedal çevirmekten kurtaran grup. Ancak bu öyle kolay değil. Öncelikle pedal çevirerek yüklü bir miktar para biriktirmek zorundalar. Sonrasında bu parayla bilet alıp jüri karşısına çıkmalılar. Ancak jüriye çıkmak da öyle kolay değil. Kuliste belki de haftalarca beklemek, yani önce kuliste farkedilmek zorundalar. Şanslılarsa jüriye çıkıp belki bir şans yakalayabilirler, ve hayatlarının geri kalanını ünlü kişiler olarak ve pedal çevirmeden geçirebilirler.
Zannediyorum burada jüri popüler kültürü temsil ediyor. Daha doğrusu bu kültürü zaten dayatanları. Yani çok yetenekli olmak, çok idealist olmak, işini çok iyi yapmak da pek anlam ifade etmiyor. Tanıdık geldi mi?
İşte vaziyet böyle, sonra dizinin ana karakteri bir kıza aşık oluyor, kızın sesi de çok güzel. Bütün parasını kıza veriyor ki çıksın şarkı söylesin kendini kurtarsın. Kız ama nasıl güzel. Haliyle jüri kızın şarkısıyla filan pek ilgilenmiyor, porno yıldızı olmaya ikna etmeye çalışıyorlar kızı. Çünkü pedal çevirenlerin motivasyona ihtiyacı var… Kız da sahneye çıkarken içirdikleri sudandır diye düşünüyoruz, kabul ediyor. Çünkü kolay geliyor herhalde, artık pedal çevirmeye tahammül edemeyeceğini düşünüyor, bu kadar yaklaşmışken reddetmek olmaz! Ya da işte sudan…
Tabi ana karakter çileden çıkıyor. Herkese gününü göstermeye ant içmiş. Durmadan pedal çeviriyor, hiçbir şey yemiyor, dayatılan her şeyi izliyor, elinden geleni yapıyor ve bir bilet alacak para biriktirdiği an duruyor. Jüri karşısına çıkıyor, elinde de bir cam parçası, kendi boğazına dayayıp bütün nefretini kusmaya başlıyor. (kendini öldürmekle tehdit etmesinin sebebi, sistemde ölmek yasak!) Bu arada sahneye çıkarken bir şekilde o suyu içmemeyi de başarmıştır. Buradan sonrası biraz iç burkar işte. Jüri ona gösterisini etkileyici bulduğunu, bundan sonra düzenli olarak bu gösteriyi yapabileceği, yani artık pedal çevirmek zorunda kalmayacağı teklifini sunar. Ana karakter ise bunu kabul eder. Yani sudan değilmiş…
Son olarak ana karakteri kendine ait bir evde görürüz. Camdan dışarıyı, yani doğayı seyretmektedir. Bölüm boyunca da ilk kez dışarısı gösterilir. Sisteme ayak uydurmuş, pedal çevirmekten kurtulmuştur. Doğayı bile görebilmektedir, ancak camın arkasından…
Ben izlerken acaba gerçek bir doğa mı görüyor diye de düşünmüştüm. Sonuçta doğanın içerisinde yine göremiyoruz. Yani hala birileri için köle olma sıfatından kurtulamamış, bence.